12 Nisan 2012 Perşembe

-LALE-

   ''Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere,paslı demirler parlak gümüşlere,yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden;lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde...Lale , bağıma taç ve ben ona muhtaç.Kapa gözlerini ve dinle saki,bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!..İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu,laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır,yitiktir...Rüzgarları toplayan hüzünler, aşkalr yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.Uyan saki,lale devrindeyiz...''
                                                                                                                     
                                                                                                                          İSKENDER PALA
                                                                                                                         KATRE-İ MATEM
 

    Lale;adını bir devre vermiş,çok özel bir çiçektir.Doğu kültür ve mitolojilerinde özel bir yere sahiptir.Anavatanı Kazakistandır.Türkiye'nin çoğu yerine özellikle Nevşehir ve bölgesine doğal olarak yayılmıştır.Ama bu mevsimde İstanbul'da öylesine güzellerdir ki ; her rengini ,her çeşidini görmeniz mümkündür.







    Osmanlı İmparatorluğu zamanında 1718-1730 yılları arasındaki dönem Lale devri olarak geçer tarihte.Bu yıllar arasında İstanbul'da yaygın olarak lale yetiştirilmesi sebebiyle bu döneme LALE DEVRİ denilmiştir.Bu dönemin padişahı III.Ahmet'tir.Lale Devri ;Osmanlı İmparatorluğu'nun Prut ve Pasorofça Antlaşmalarını imzalamasıyla başlamıştır.Bu dönemde başta İstanbul olmak üzere pek çok  yerde köşkler,saraylar,camiler,çeşmeler inşaa edilmiştir.Osmanlı matbaa ile de bu dönemde tanışmıştır.Ayrıca ilk itfaiye teşkilatı da bu dönemde kurulmuştur.Sadrazam İbrahim Paşa kontrolünde birçok tarih kitabı da bu dönemde yazılmıştır.Lale Devri Patrona Halil İsyanıyla son bulmuştur.





 

    16. yüz yılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hollanda Kralına gönderilen laleler Hollandalıları ve Avrupalıları hayranlık içinde bırakmışlardır.Böylece günümüze kadar dünyanın en fazla lale üreten ülkesi Hollanda olmuştur.
 
     İstanbul'da son 6 yıldır Nisan ayının 1 ile 30'u arasında lale festivalleri yapılıyor.İstanbul'un her semtinde,her parkında,her sokağında özenle ekilmiş renk renk açmış laleler bizim de içimizi açıyor.İstanbul Büyük Şehir Belediyesi lale festivaline ciddi bir bütçe ayırıyor her yıl.Festivalde; açan renk renk lalelerin yanı sıra müzik dinletileri,resim sergileri,el sanatları sergileri ve en güzel lale konulu fotoğraf yarışmaları düzenleniyor.Ülkemizden ve yurt dışından İstanbul'a gezmeye gelen birçok kişi seyahatini özellikle bu tarihlere denk getiriyor...İstanbul'da LALE DEVRİ' ni yaşayabilmek için :)









   

        İskender Pala'nın usta kaleminden çıkan bir kitaptan bahsetmek istiyorum size.Hazır konumuz LALE iken...''KATRE-İ MATEM''...Rüya gibi bir İstanbul,ülkeler arası entrikalara yol açmış bir çiçek , zengin çağrışımlı bir Osmanlı tarihi,hep merak edilen saray ve aristokrasi, isyana kadar varan taşkınlıklarıyla fakir halk,sınır tanımayan bir eğlence ve zevk dünyası,bütün bunların arasında derin bir aşk hikayesi ve korkunç bir cinayet...Nefes nefese bir kovalamaca,heyecanlı bir macera ...Okunması gereken en güzel kitaplardan...

      İki sene önce bir solukta okuduğum bu kitabın her bir satırı neredeyse aklımda...Sizi etkisinde bırakan,olayları kurgularken müthiş sürprizler hazırlayan okunası bir kitap...

9 Nisan 2012 Pazartesi

KAHVE




   Kahvenin ana vatanı Etiyopya'nın yüksek yaylalarıdır.Yavuz Sultan Selim döneminde,1517 de Yemen Valisi Özdemir Paşa;Yemende içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirmiştir ve kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini almıştır ve büyük ilgi görmüştür.Saraylardan sonra evlere giren kahve,Türk halkının tutkunu olduğu bir lezzet haline gelmiştir.

   İstanbul'a gelen Venedik tacirleri çok beğendikleri bu içeceği Venedik'e taşıdılar.Böylece Avrupalılar da kahveyle tanışmış oldular.(1615)...Daha sonra kahve Paris'e 1643,Londra'ya 1651 de ulaştı.Böylece kahve günümüzde en gözde içecek olarak yerini aldı....

   Başka hiçbir içecekte bulunmayan kendine has tadı,köpüğü,kokusuyla kahve; en güzel sohbetlerimize eşlik eder...Kimi zaman da yalnızlığımıza eşlik eder.Evimizin demirbaşıdır.Konuklarımıza en güzel ikramımızdır.Başka bir içecek var mıdır ki kahve gibi kırk yıl hatrı olan?!...

   Kahvenin bütün çeşitlerini severim ama benim için en özeli Türk Kahvesidir.Türk Kahvesi;Türkler tarafından keşfedilen, kahve hazırlama ve pişirme metodunun adıdır.Kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır.Telvesiyle ikram edilen tek kahve türüdür.İsteğe göre sade,orta şekerli,çok şekerli hazırlanabilir.Benim tercihim orta şekerliden yana :)


    Kahvenin sunumu da benim için çok önemlidir.Güzel fincanlarda kahve içmek daha da keyif verir bana.Yanında çikolatalar veya küçük lokumlar da varsa değmeyin keyfime :):)Tıpkı bu resimdeki gibi :):):)






    Kahve tiryakisi olarak her marka kahveyi içemiyorum ne yazık ki!Arabağa diye bir marka var!Bilmiyorum hiç duydunuz mu?Mersin'de küçük butik dükkanları var.Sadece kavrulmuş sıcacık taze çekilmiş kahveleri ,sizin istediğiniz kadarını paketleyerek satıyorlar.Önünden,yakınından geçerken etrafa yayılmış o muhteşem kahve kokusu sizi kendisine çeker,ister istemez kendinizi kahve satın alırken bulursunuz...






İstanbul'da da Mısır      Çarşısı yakınlarında Kuru Kahveci Mehmet Efendi'nin yeri vardır.Kahve almak için kuyruk oluşturmuş insanları görürsünüz.O kuyruğa aldırış etmezsiniz ,sizde kalabalığa dahil oluverirsiniz çünkü o koku sizi de çoktan cezbetmiştir :)Bir de Kahve Dünyası vardır ki onun kahveleri de çok güzeldir.



   Kahve Dünyası bu sektörde işini en iyi yapan isimlerden...Kahveleri,çikolataları,pastaları hepsi birbirinden güzel.Öyle olmasaydı zaten her bir şubesinde günde 600 fincan Türk Kahvesi satışı yapılmazdı herhalde :)




    Size Brezilyalı bir illüstrasyon sanatçısından bahsetmek istiyorum.DIRCEU VEIGA ...Kahveyi çok seviyor ve kafede oturup kahvesini yudumlarken ,kafedeki diğer insanların resimlerini çiziyor.KAHVEYİ mürekkep olarak kullanıyor.Bence çok yaratıcı ve çok başarılı...D.Veiga için 1 fincan espresso,1 fırça ve 5 dakika yeterli...Sonrasında bakın nasıl resimler çıkıyor ortaya:)Hayran kalmamak elde değil....







   Sizin de böyle bir yeteneğiniz var mı?:)Varsa eğer işte size bir fikir:)keyifle içtiğiniz kahveyle bu resimlerden sizde yapabilirsiniz belki...:)




   Bu yazıdan sonra bir fincan kahve iyi gider:)Hatırlı dostlarınızla içeceğiniz nice keyifli kahveleriniz olsun....Bunlarda sizin için seçtiğim güzel fincanlar:)














 AFİYET OLSUN :)




                                                                       
                                                                                                                                                                                               
                                   


















                                                                                                                                                                                                                                                           

3 Nisan 2012 Salı

_________GALATA __________

  Galata ;İstanbul'un Beyoğlu ilçesinin tarihi açıdan zengin bir semtidir.Genel olarak Beyoğlu'nun alt tarafı yani Azapkapı,Tophane ve Galata Kulesi'nin arasında kalan bölge olarak tarif edilebilir.Galata ;uzun yıllar boyunca rıhtımıyla ülkenin dışa açılan kapısı olmuştur.

   Semtin en önemli eserlerinden biri Galata Kulesi'dir.Galata Kulesi 528 yılında inşa edilmiştir.Bizans imparatoru Anastasius tarafından fener kulesi olarak yaptırılmıştır.1204 yılındaki 4. haçlı seferlerinde büyük tahriplere uğrayan kule daha sonra 1348 yılında İsa Kulesi adıyla Cenevizliler tarafından yapılmıştır.O dönemde kentin en büyük binası olmuştur.17.yüzyılın ilk yarısında IV.Murat döneminde HEZARFEN AHMET ÇELEBİ tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını sırtına takarak 1638 yılında Galata Kulesinden Üsküdar Doğancılara uçmuştur.Bu uçuş Osmanlı'da ve Avrupa'da büyük ilgi görmüştür.
   
     1717'den itibaren KULE;yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır.O dönemler sürekli çıkan büyük yangınlar Kuleye büyük hasarlar vermiştir.1967 de onarımı bitirilen yeniden restore edilen Kulenin bugünkü görünümü elde edilmiştir.Günümüzde; kulenin en üst katında muhteşem İstanbul manzarasına sahip çok şık bir restorant bulnmaktadır.Fasıl eşliğinde Osmanlı mutfağından yemekler yerken İstanbul'u kanatlarınız altına alıyorsunuz.Dilerseniz yemek yemeyip seyir terasından İstanbul'u seyreylemeniz de mümkün...

    Kulenin ve semtin tarihini kısaca öğrendik.Şimdi sizi o sokaklarda gezdirmek istiyorum:)Kimbilir kimler yaşadı,ne aşklar ne hikayeler yaşandı oralarda?Üstüne ne romanlar,ne şiirler yazıldı?Bugün kule çevresini mesken tutan edebiyatçılar,fotoğrafçılar,ressamlar semtin tarihi ve kültürel yapısıyla da sanatlarını besliyorlar.Kule dibinde gezinirken birsürü deklanşör sesi duyarsınız.Deklanşöre dokunan parmaklar ya amatördür ya profesyonel...Bunlardan bir tanesi de benim :)yüzlerce fotoğraf çekmişimdir Galata Kulesini anlatan:)Gece başka güzel ....Gündüz başka güzel...Yüzlerce insanda benim gibi her açıdan çekmek istiyor Galata Kulesi'ni...Dünyanın başka başka ülkelerinden gelmiş yabancı turistler, İstanbul dışından gelmiş canım ülkemin insanları,bizim gibi İstanbul'da yaşayan gezmeye doymayan bir grupta var tabi :)

   Ben Galata Kulesine giderken Beyoğlu Tünelden Karaköye doğru inen yolu kullanırım genelde.O sokağın havasını severim.Müzik aletleri,eski plaklar,büyülü notalar kalabalığın gürültüsü arasında öyle güzel okşar ki kulağınızı ; kendinizi tarihe ya da sanata bırakıverirsiniz...Müziğe ilginiz varsa ,bir müzik aleti satın alacaksanız eğer bence buradaki müzik mağazalarını ziyaret etmelisiniz.Fiyatlar her keseye uygun ve pazarlığa açık:)Benimde bir kemanın var ; şu anda hayatta olmayan bir arkadaşım tarafından ,o mağazalardan birinden alınıp yıllar önce bana hediye edilmişti...Her ne kadar çalmayı öğrenememiş olsam da ;evimin en güzel köşesinde tüm maneviyatıyla benimle...!
   Neyse biz Galataya geri dönelim:)Tahmin edersiniz ki burada da cafe,restorant,otel bulma konusunda sıkıntı yaşamazsınız...Her birinin kendine has bir karakteri vardır üstelik.Tarihi bir doku içinde vakit geçirmek isteyenlerin uğrak yeri tercih sebebidir bu cafeler...Koca bir gününüzü sadece Galata Semtinde ,Galata Kulesinde geçirebilirsiniz.Kendinize bir fırsat yaratın ve bu tarih kokan semti sizde gezebilme imkanını kendinize sunun...
   Közde ağır ateşte pişmiş bol köpüklü bir türk kahvesi içmeyi de unutmayın :)


   Benim objektifime takılanlar :)




 

2 Nisan 2012 Pazartesi

CİHANGİR

  Cihangir;İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan bir semtidir.Tarihi binaları ve cafeleri ile bilinir.
  Cihangir, Kılıç Ali Paşa, Firüzağa ve Pürtelaş mahallelerinden oluşmaktadır. Cihangir Caddesi'nin her iki ucundan da ulaşım pek zor olduğundan semtin merkezi Taksim'den aşağı Firüzağa Camii'ne inen Sıraselviler Caddesi'nin alt bölümüne kaymıştır. Pek çok süpermarket ve banka bu cadde üzerindedir. Cihangir'in ana caddeleri Akarsu veCihangir caddeleridir.

  


Cihangir semtine ismini KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN vermiştir.SULTAN SÜLEYMAN'IN HÜRREM SULTAN'DAN olma oğlu CİHANGİR;doğuştan kusurları olan kambur bir çocuktu.Öyle ki bu duruma Cihangir'in çok üzüldüğünü ve üzüntüden öldüğünü rivayet ederler.Cihangir'in ölümü üzerine büyük üzüntü duyan Kanuni Sultan Süleyman ; onun adına bir semt kurarak adını yaşatmıştır.


Bu semtte beni mutlu kılan bir durum var ki ;o da İstanbul'un metropol bir şehir olmasına rağmen ,doğallığını yitirmemiş olması.Manavı,berberi,kasabı ve bütün küçük esnafıyla;o siteleşmiş birbirinden kopuk yaşayan insanların aksine özlediğimiz mahalle sıcaklığını hala hissettiriyor olmasıdır.
    Belki de bu sebeptendir ki günümüz şairlerinden,yazarlarından,sanatçılarından birçoğu yaşamak için Cihangir'i tercih etmiştir!(?)Durum böyle olunca Cihangir için entellektüel bir semt diyebiliriz:)

   Taksim'in arka sokaklarından Cihangir'e giderken karşınıza çok güzel butikler çıkıyor.Özel tasarım kıyafetler,takılar,çantalar,birbirinden özel ayakkabılar...Benim gibi herkeste olmayan farklı tasarımlara merakınız varsa eğer;gidip görmenizi şiddetle tavsiye ediyorum :)
   Antikacıları anlatmadan geçmek tabiki de olmaz.Antika merakınız varsa,zevkinize göre antika eşyalar tüm yaşanmışlıklarıyla orada sizi bekliyor.üstelik dükkan sahipleri çok şekerler:)
  Kimi zaman bir kahve içip soluklanmak için,kimi zaman karnımızı doyurmak için ,kimi zaman da dostlarla buluşup iki sohbetin belini kırmak için cafelere sığınırız.Bu işi layıkıyla yapan birçok işletme vardır elbette bu sektörde.Bunlardan bir tanesini keşfettim: Cihangir'in ara sokaklarında, ev sıcaklığını aratmayan sevimli bir cafe.UNICORN CAFE (www.unicorncafe.net).Eğer yolunuz Cihangir'e düşmüşse;sakin huzurlu bir mekan arıyorsanız;bütün bunların yanında lezzet ve hizmette olsun diyorsanız;mutlaka ziyaret etmelisiniz.Sanıyorum ki bir aile işletmesi.Çok güleryüzlülerdi.Küçük yakışıklı bir garsonları vardı ki (8-10 yaşlarında)yanağından makas almamak için zor tuttum kendimi:)Kahve tiryakisi olarak Türk kahvesi,sunumu,yanında ikram ettikleri küçük kurabiyeleriyle benden tam puan aldılar.Eşimden ve canım arkadaşım Melis'ten de...En kısa zamanda yine bir fırsat yaratıp Antakya yemeklerinden yemeye de gideceğim inşallah.Mersinli olarak Antakya mutfağını çok severim.Mutfak kültürümüz çok yakın birbirine.
     Yeni yerler keşfetmeye devam edeceğiz.Başka paylaşımlarda görüşmek dileğiyle...Sağlıklı ve mutlu kalın...