5 Mayıs 2020 Salı

                                         NEFES



    Nefesimsin diyordu sevdiği kadına… Çünkü nefesiyle çıkartıyordu o sihirli notaların seslerini trompetinden ve her canlı gibi hayatta kalabilmesi aslında nefes alıp vermesiydi.Trompetini bir daha çalamaması ise varlığını bu hayatta sürdürememesi demekti. Söz vermişti kendine ; son nefesini bile notalarına üfleyecekti.

    Birlikte müzik yaptığı grup arkadaşlarıyla ülke ülke gezip , o ülkelerin şehirlerine kendilerini ve müziklerini tanıtma fırsatı bulmuşlardı. Yolları İstanbul’a düştüğünde mevsim kıştı. Karların savrulduğu bir Aralık akşamı İstiklalde trompetini çalarken göz göze geldiler ilk defa James ve Arya…


    Arya da müzik tutkunuydu. Keman çalıyordu ,sesi güzeldi.Müzisyen bir babanın kızıydı. İsmi de bu yüzden Arya’ydı.James’in trompetini üflerken çıkan gamzeleri Arya’nın çok sonraları yapacağı bir bestenin ilhamı olacaktı, daha ilk gördüğü an bunun hissi yerleşmişti içine.

   
    Havanın soğukluğuna aldırmadan , yere düşen her bir kar tanesiyle dinledi o gün Arya , James ve arkadaşlarının tüm şarkılarını. Ruhunda hep bir yerlerde hüznü misafir etmeyi severdi Arya , yüzündeki hüzün öyle çok ilgisini çekmişti ki James’in , caddenin  kalabalığında onca insan yüzüne rağmen farketmemesi imkansızdı. Çalan müziğin etkisinden midir yoksa karlı bir gecenin romantizminden mi bilinmez, ikisi de tuhaf bir şekilde büyülendiler birbirlerinden. İkisinin de içini ısıtan sımsıcak bir duygu yerleşti o anda , şehre yağan tüm karları eritebilecek sıcaklıkta…

    Şarkı bittikten sonra Arya yaklaştı James’e :
  
    — Trompetinizden çıkan sihirli sesler karşısında resmen büyülendim.
  
      James’in gözleri parlıyordu. Öyle bir parıltı ki tüm şehri gecenin o karanlığında aydınlatabilecek ışıltıda…Teşekkür etti bir centilmen gibi önünde eğilerek , elini uzattı hiç zaman kaybetmeden.


   *** Ben James. Beni dinlerken dikkatle izleyen bir çift gözden aldım ilhamımı bu gece.Nefesim kesilecek ,trompetimi çalamayacağım diye de endişe ettim neyse ki her ikisi de beni mahçup etmediler :)

      Dedi gülümseyerek.


     — Memnun oldum Arya ben . Çaldığınız parçayı çok severim. “EMMANUEL”. Müzik bölümü öğrencisiyim , keman çalıyorum ben de.


    *** Belki bir gün, bu şarkıyı birlikte çalarız. Güzel olmaz mı? Bence kesin çalmalıyız. Ve bizim bu şarkıyı birlikte çalabilmemiz için size ulaşabileceğim bir numaranın olması gerekiyor.


      Diyerek Arya’nın sözünü kesiyor sabırsız , telaşlı , ikna edici bir ses tonuyla James.


       Hayatın karşısına çıkardığı bu güzel şansı geri çevirmek istemiyor Arya . Tesadüflere inanmıyor. Hayatına giren her insanın ya da durumun kaderiyle bir bağı olduğuna inanıyor ve bu karşılaşmayı kendi kaderinde tecrübe etmek istiyor.

  
     — Çok isterim kemanımla trompetinize bu şarkıda eşlik etmeyi , diyor. Çantasından çıkarttığı küçük bir kağıt parçasına yazıyor numarasını , uzatıyor James’e . Bu gece dinlediği tüm şarkılar ve ayak üstü yapılmış bu değerli sohbet için teşekkür ediyor. Görüşmek üzere deyip oradan uzaklaşıyor. Kule dibine , evine doğru yürürken zihnindeki James’in okyanus mavisi gözleri eşlik ediyor Arya’ya.

       James’te de durum çok farklı değil. Çok etkilendiği Arya'nın telefon numarasının yazılı olduğu bir kağıt parçasıyla tutuyor otelinin yolunu.Penceresine kondurduğu güzel bir kule manzarası var Arya’nın izlemelere doyamadığı… Karşısında tüm heybetiyle duran Galata Kulesini başka türlü izliyor o akşam… Kahvesinden yudumlarken telefonuna gelen mesaj sesi bozuyor sessizliğini. Mesaj James’ten:


    *** Kar ne güzel yağıyor öyle değil mi? Yarın sabah bu şehre yağan karları birlikte izlediğimiz bir kahvaltı masasında hayal ettim bizi.Lütfen bu hayalimi gerçekleştirmeme izin veriniz :)


     Mesajı okuyan Arya’nın kalbine, yudumladığı kahveden daha sıcak bişeyler akıyor o anda…

    
     — Bu güzel hayali nasıl geri çevirebilirim ki? Memnuniyetle 


     Diye yanıtlıyor. 

     Saati ve mekanı kararlaştırdıktan sonra birbirlerine iyi geceler dileyip mesajlaşmayı sonlandırdılar.Arya o gece yatağına girdiğinde tarifsiz bir mutluluğun içindeydi.İnsan ilk kez gördüğü birine nasıl bu kadar yoğun duygular hissedebilir , nasıl bir anda aşık olabilirdi? anlamaya çalışırken uykuya daldı.Sabah  heyecanla kararlaştırdıkları yer ve zamanda buluştular. James’in hayalini gerçekleştirirken Arya, aslında kendi hayalinin içinde buldu kendini… Saatlerce sohbet ettiler. Birbirlerini tanımak için paylaştıkları bu zaman , onlara çok eskiden beridir tanışıyorlarmış gibi tanıdık bir yakınlık hissettirdi.


     ***İstanbul’a üçüncü gelişim.Ama ne tuhaf dün geceden beridir ,yani seninle karşılaşmamızdan bu yana sanki ilk defa gelmişim hissine kapıldım.Şehir bambaşka görünüyor gözüme. Gözümün gördüğü tüm manzaralar , işittiğim her ses şekil değiştirdi son bir kaç saatte.Kar bile başka türlü yağıyor. 
    Dedi James.


     — Sen değişen seslerden , manzaralardan bahsediyorsun, ben dün gece trompetini çalan bu beyi gördüğüm , dinlediğim andan beridir bizzat kendim değiştim.Hayatım boyunca şu anda hissettiğim gibi mutlu hissetmemiştim. Hiç bu kadar cesur olmamıştım . Hiç bu kadar korkmamıştım.
    *** Korkmak mı? dedi James.
    — Evet korkmak.Çünkü ilk defa bir şeyleri kaybedebileceğim korkusu yerleşti içime.Mesleğin seni göçmen kuşlar gibi hep bir yerlere uçurmak zorunda.Buradaki süreniz dolunca sen ve arkadaşların müziğinizi de alıp gideceksiniz. Sana bağlanmak ,alışmak … Sonra seni kaybetmek.
 Dedi Arya… Koyu kahve gözlerinde hem mutluluk hem hüzün vardı.

  *** Nereye konacağını bilemeyen bir göçmen kuşken ; konacağım, tutunacağım dalımı bulmuşumdur , belki de arkadaşlarımla çıktığım yolculuk buraya kadardır.
  Dedi James tüm inanmışlığı ve ikna etme çabasıyla… Bu açıklama Arya’nın yüreğini hafifletmişti. Sonunun nereye çıkacağını bilmedikleri yeni bir yolda birlikte yürümeye karar verdiler.


     Arya okuldan arkadaşlarının sahne aldığı bir bara davet etti o akşam için James’i.

   — Kemanım yanımda olacak sen de trompetinle gelirsen bu akşam “EMMANUEL” i çalarız belki ?
    dedi.
   *** Büyük bir zevkle küçük hanım 
 diye karşılık verdi James.Her ikisininde günün kalan kısmında yapılacak işleri vardı.Akşam görüşmek üzere ayrıldılar.


       Gün batarken kar da etkisini kaybetmişti.Beyoğlunun ara sokaklarında küçük bir bara geldiler.Cuma gecesini eğlenceye ayıran kalabalık barda yerini almaya başlamıştı.Arya ve James sözleştikleri gibi enstrümanlarını yanlarında getirmişlerdi.Sahne öncesi selam vermek için yanlarına uğradı Arya’nın arkadaşları.Arya onları James’le tanıştırdı.Trompetini göstererek müzisyen kimliğinden bahsetti.Bu gece sahnelerini tek şarkılık ödünç almak istediklerini söyledi.Program başladı Arya ve James içkilerini yudumlarlarken oturdukları yerden şarkılara eşlik ettiler.Sıra onlara gelmişti , arkadaşları Arya ve James’i sahneye davet etti.İkisi de enstrümanlarını ilk kez ellerine alıyormuş gibiydiler.Arya’nın elleri titriyordu.James göz kırptı sakin olmasını söyler gibi.Hazırlıklarını yaptılar.Hangi tonda çalacaklarını kararlaştırdılar ve Arya kemanıyla girdi şarkıya.Kemanını çalarken Arya’yı hayranlıkla izleyen James ;
     *** Teşekkürler Tanrım 
   Dedi.Ve şarkıya girme sırası James’e gelmişti.James’in trompetine üflediği nefes ,Arya’nın kalbine aşk olup dolmuştu.Aralarındaki uyum ve enerji öyle güzeldi ki onları izleyen, dinleyen herkes büyülenmişti.

     Birlikte geçirecekleri rüya gibi günlerin , gecelerin ilkini yaşamışlardı o gün.
  
     James arkadaşlarıyla yaptığı müzik programlarından kalan zamanlarını Arya ile geçiriyordu hep.Arya da okuldan kalan zamanlarını. Artık arkadaşlarına çok zaman ayırmıyor olması biraz sitem konusu olsa da aldırmıyordu Arya.Mutluydu…Hem de hiç olmadığı kadar…James arkadaşlarıyla biten İstanbul Turnesinden sonra, yolun kalan kısmını onlarla devam ettirmedi.Arya’nın arkadaşlarının grubuna dahil oldu.Artık o da barda grubun trompetçisi olarak sahne alıyordu. Herşeyin bu kadar kusursuz olması Arya’yı korkutuyordu.Hergün birbirlerini daha iyi tanıyorlar tanıdıkça  bağlanıyorlardı.Kısa bir süre sonra James Arya’nın yanına taşındı.Birlikte yemek yapıyorlar,sofralar kuruyorlar, şarkılar besteliyorlardı.Film izleyip sarılarak uyudukları gecelerin sabahına birlikte uyanıyorlardı.James söz vermişti yaz sonuna doğru birlikte Londra’ya James’in ailesini ziyarete gideceklerdi.

     Soğuk kış günlerinde başlayıp, içlerini ısıtan o sıcacık aşkın beşinci ayındaydılar.Arya’nın sınav haftasıydı.Evden erken çıkması gerekiyordu.Aceleyle bişeyler atıştırdıktan sonra James için de kahvaltı hazıladı, uyandığında hazır olsun diye.

     “Bu sabah kahvaltıda yalnızsın sevgilim.Karnını iyi doyur:) Öğle yemeğinde yanında olacağım. Seni uyandırmaya kıyamadım, sen uyurken usulca aldım şans öpücüğümü. SENİ SEVİYORUM…” yazan bir not bıraktı fincanının kenarına.Söylediği gibi şans öpücüğünü de aldı James’i uyandırmadan.James sıcacıktı.İçindeki aşk kadar sıcak…
      

    Göğsünde sol tarafta değişik bir ağrıyla uyandı o sabah James.çok önemsemedi.Mutfakta kendisi için hazırlanan kahvaltı masasını ve fincanının kenarına iliştirilmiş notu görünce gülümsedi…”NEFESİM” dedi aşkla.Kendini çok şanslı hissetti.Kahvaltısını yaparken Londradaki ailesini aradı.Annesine İstanbul’un güzel olduğunu ama sevgilisinin İstanbul’dan da güzel olduğunu anlattı.Keyfi yerindeydi.Akşam barda programları vardı.Trompetiyle biraz çalışacaktı ama önce duşa girmek istedi.Duşta sabah uyanırken hissettiği o ağrıyı hissetti sol göğsünün üstünde.Duştan çıktı kendine bir kahve yaptı.Akşam çalacakları parçaların repertuarına göz gezdirdi.Sonra trompetini aldı eline.Arya hayatına girdiğinden beridir onun için bir ritüel haline gelmişti. çalmaya hep “EMMANUEL” ile başlıyordu.Pencerenin önünde perdenin arkasından gördüğü manzara eşliğinde üfledi trompetini.Nefesi biraz yorgun gibiydi.Şarkının ortalarına doğru kalbine saplanan müthiş bir ağrıyla kendini kötü hissetti.Masadan destek almak istedi.Trompetini masaya koyarken oracıkta olduğu yere düştü.Herşey o kadar kısa sürede olmuştu ki James ani bir kalp kriziyle , eli son nefesini üflediği trompetinin üstünde can verdi.Günlerden Cuma’ydı…Saat sabah 11 civarı.

      Öğleden sonra saat 3 ‘ e geliyordu Arya eve geldiğinde.Önce zile bastı.James’in evde olduğu zamanlarda ona kapıyı açıp boynuna sarılması hoşuna gidiyordu Arya’nın.Kapı açılmadı.Okuldan eve gelirken James’i aramıştı telefonunu da açmamıştı.Çalıştığını ya da duşta olduğunu düşündü anahtarıyla açtı kapıyı.



      — Sevgilim ben geldim
  ses yok…

     — James?
   …
   
    Arya salona girdi.Masanın üstündeki trompeti ve onun üstünde duran James’in elini gördü.Gülümsedi.

   — İşte buldum seni…
   — James? Şimdi de uyuyan prens mi oldun? Prensesin öpsün uyandırsın seni o halde:)

   Dedi ve öptü . James'in yanakları , dudakları buz gibiydi.James Arya’nın öpücüğüyle uyanmıyor ,Arya’yı duymuyordu.Arya’nın çığlıkları tüm şehir duyuyor James duymuyordu.Çığlıklarını duyanlar yardıma koştular.James için ne yazık ki yapılacak hiçbir şey kalmamıştı.Hayatının en büyük şokunu yaşamıştı Arya.Hayat hiç beklemediği bir anda öyle sert vurmuştu ki ona James olmadan nasıl devam edecekti hiç bilmiyordu.James son nefesini verirken yalnızdı…Yanında olsa olsaydı onu yaşatabilir miydi?

     Londra’dan gelen ailesine teslim edilen James’in cenazesiyle vedalaştıktan sonra Arya , kendini güzel anılarının olduğu, aynı zamanda en sevdiğinin yitip gittiği evine kapattı.James’in trompetini kendi kemanıyla yan yana koydu.Hayat James ve Arya’yı ayırmıştı ama enstrümanlarını ayırmaya hiç niyeti yoktu.Sırf onları ayırmamak için bir daha eline almadı kemanını da.

    Birlikte geçirdikleri o beş aya o kadar çok anı sığdırmışlardı ki, zamanın yetmeyeceğini hissederlermiş gibi…Arya James’i çok özlüyordu. Mavi gözlerini, kokusunu, gülüşünü, ellerini, sesini… Sevdiği adam tüm bunları anılarda bırakıp gitmişti… Güzel günlerden kalan fotoğraflar, videolar bir damla su serpmiyordu yüreğindeki yangına…Haftalar geçmişti. Arya mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmıyor , ailesi ve dostlarıyla vakit geçirmiyor , kemanını eline almıyordu.


    Son günlerde sabahları James’in trompet sesiyle  uyanır olmuştu.Rüya değildi.Ses çok uzaklardan geliyordu ama çok gerçekti.Aklını kaçırdığını düşünmeye başladı.O gece yine her gece olduğu gibi James’in fotoğrafını aldı eline.Öptü ,kokladı konuştu onunla.

   “Sevgilim….
Yokluğunun verdiği acıyı sana nasıl tarif edebilirim bilmiyorum.O gün okuldan geldiğimde yaşadıklarımızın bir oyun olmasını öyle çok isterdim ki…Saklandığın yerde bulsaydım seni.Sen yine uyuyor gibi yapsaydın ama sonra ben öpünce uyansaydın.Sarılsaydın bana sıcacık olsaydı içim… Saklandığını düşündüğüm yerde buldum seni.Öpünce de uyanırsın sandım.Uyanmadın sevgilim.Sarıldım içim buz kesti…Gittiğin günden beridir üşüyorum…Son günlerde bizim şarkımızı çalıyorsun sabahları bana…Öyle uyanıyorum…evin içinde seni arıyorum , bulamıyorum…Sensiz bir güne daha uyanmış olmanın acısıyla başlıyorum güne…Aklımı yitiriyorum sanırım sevgilim…! Her sabah bana o şarkıyı sen çalıyor olamazsın…Garipten sesler duyuyorum…Trompetin ve kemanım hep yan yanalar…Onları hiç ayırmıyorum… Keşke şimdi fotoğrafın içinden bana cevap verebilseydin.Sabahları beni uyandıranın sen olduğunu söyleyebilseydin.Sensizlik beni çıldırtıyor sevgilim…Senin olmadığın bir geceye yatıyorum ,sensiz bir sabaha daha uyanmak için…

    İyi geceler sevgilim…”
   

   Arya o gece de, James’in gittiği tüm gecelerde olduğu gibi; gözyaşlarının ıslattığı James’in yastığına sarılarak daldı uykuya. Tan yeli ağarırken yine aynı sesi duyarak uyandı uykusundan…Ve yine evin içinde James’i aramaya başladı…Salona geldiğinde gördüklerine inanamadı…
   

    Trompet kemanın yanında her zaman durduğu yerde değildi…Masanın üstünde James’in son bıraktığı yerdeydi…
                                                                                                                                           

BETÜL CANPOLAT                                                                                                                                           24 EKİM 2019                                                                                                                                                 İSTANBUL


NOT : ''Nefes'' i , Merih Akoğul'un fotoğrafından ilham alarak yazdım...Kendisine teşekkürlerimi ve sevgilerimi iletirim...

7 Aralık 2016 Çarşamba

ZEUGMA MOZAİK MÜZESİ

    Uzun zamandır yazmayı ertelediğim Zeugma Mozaik Müzesi için nihayet birkaç cümle yazma fırsatı bulabildim...Lafı çok uzatmadan etkilendiğim bölümlerden bahsetmek istiyorum.Ve tabi ki kendi objektifimden birkaç fotoğrafla görsellemek istiyorum...2 yıl oldu neredeyse Zeugmaya ziyaretim...Müzeyi anlatmaya başlamadan önce kısaca ZEUGMA'dan bahsetmek istiyorum.Tarihi M.Ö 300 yılana dayanıyor.Gaziantep'in Nizip ilçesinin Belkıs Köyü sınırları içerisinde Fırat Nehri kıyısında bulunuyor Zeugma Antik Kenti.Farklı kültürlerin egemenliği altına giren ZEUGMA; ilk olarak SELEUKEIA EUPHRATES ismiyle kuruluyor daha sonra Roma İmparatorluğu egemenliği altına girerek ZEUGMA adını alıyor...ZEUGMA'nın tarihinden kısaca bahsetmek pek mümkün değil aslında ilgilenenler daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilir...
  
MÜZENİN DIŞARDAN GÖRÜNÜMÜ
  Müze 9 Eylül 2011 tarihinde Gaziantep'te açılıyor ve  dünyanın 2.büyük mozaik müzesi oluyor.(30 bin metre kare büyüklüğünde)...Bu sıralamada ilk sırayı Hatay Arkeoloji müzesi alıyor...

  Müzenin dışarıdan görünümü oldukça mütevazi duruyor; içeride göreceklerimize kıyasla...İçeriye girdiğimizde ise gördüklerimiz tam bir görsel şölen...Dünyanın en görkemli mozaik panoları karşılıyor bizi.Mozaiklerin sergilenmesi,ışıklandırılması,seslendirme ve bilgilendirmesiyle o dönemin , o kentin insanlarının ruhuna büründürüyor ziyaretçilerini...İnançlarını,kültürlerini,mimarisini,o geçmiş  zamanlarını gözler önüne getiriyor...
FIRAT NEHRİ TANRISI EUPHRATES

  2000 yıllık Mozaiklerin yıllar içinde define avcılarının talan etmesiyle eksilen parçaları,lazer sistemiyle görüntü olarak tamamlanıyor...
ÜLKEMİZDEN 1964'TE PARÇALARI ÇALINAN ABD'DEN GERİ GETİRTİLEN PARTHENOPE VE METIOX MOZAİĞİ
MÜZENİN HER YERİNDEN GÖRÜLEBİLEN TUNÇTAN YAPILMIŞ MUHTEŞEM MARS HEYKELİ

 
BULUNTULARIN ŞEHİR PLANINA UYGUN SERGİLENİŞİ


Bulunan mozaiklerin tamamlanması ve restorasyon durumunda hemen müdahale edilmesi için bir atölye kısmı bulunuyor müzede.Camlarla çevrili olan atölye ziyaretçiler tarafından izlenebiliyor..Müze'de bulunan Sinevizyon Odasında ZEUGMA ANTİK KENTİ'ni konu alan bir film gösteriliyor...
  
 
OCEANUS VE TETHY MOZAİĞİ








MOZAİKLERİN 2.KATTAN SEYRİ








 










   
İtiraf etmeliyim ki müze de en çok etkilendiğim yer;müzenin 2.katında yer alan 'ÇİNGENE KIZI' olarak anılan MAINAD MOZAİĞİ'nin sergilendiği labirent şeklindeki odaydı...ÇİNGENE KIZI'nın hüzünlü bakışları en çok etkilendiğim kısmıydı...


ÇİNGENE KIZI MOZAİĞİ




  Olur da yolunuz birgün Gaziantep'ten geçerse,ZEUGMA MÜZESİ'ni gezmeyi mutlaka yapılacaklar listenize ekleyin...ÇİNGENE KIZI'na selamlarımı iletin :)


ÇİNGENE KIZI MOZAİĞİ

                                                          Sevgilerimle....

2 Eylül 2016 Cuma

EYLÜL'DÜ

Benim objektifimden
Eylül’dü.
Dalından kopan yaprakların
 yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylül’dü.
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

Eylül’dü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..

Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.


''Cemal Süreya''

31 Ağustos 2015 Pazartesi

-HÜZÜN-


  Herşeyden biraz bulundurmalı insan kendinde…Hüzünden,kaygıdan bile…Kararında olduğunda yararı bile vardır…Hayata karşı motive eder,güçlükler karşısında direnç kazandırır ….Biraz hüzünden kimseye zarar gelmez…duyguları besler…O müthiş sözler,besteler,şiirler hep hüznün getirdikleridir…


    
 ‘acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir’ der mesela SEZEN AKSU
     ‘birikip yeniden sıçramak için ,elde var hüzün’ der ATTİLA İLHAN….





Hüzün insan hayatının olmazsa olmaz bir parçasıdır…Sürekli bizimle olmasa da  gelmek için hep bahaneler arayan yüzsüz bir misafirdir…Belki bir şarkının notalarında ,belki baharda açan bir çiçeğin renginde,belki de esen bir rüzgarın getirdiği parfüm kokusunda,bir film karesinde,yediğimiz yemeğin tadında,duyduğumuz bir ambulans sesinde,bir anne elinde,bir çocuk gülmesinde…
Acaba en çok özlediğimiz şeyler için mi hüzünleniyoruz? Yoksa bizimle olmasını istediklerimize mi?Özlem, hüznü tutuşturur…Hüzün,hatırlatıcıdır…Ağız dolusu kahkahalar atarken,birden yutkunup,uzaklara dalıp gitmeniz de bu yüzdendir…Flulaşmış her bir ayrıntının netleştiği zemindir biraz da ,hüzün…Ayrılıklar,kayıplar,yaslar öyle kolay yakasını bırakmaz insanın…Sürekli  zihni meşgul eder.Olayları defalarca düşünmeye iter ve düşündükçe karanlık kalmış ayrıntılar aydınlanır,netleşir,anlamını bulur..Bir duygunun,düşüncenin ve durumun netlik kazanabilmesi için gerekli olan sihir hüzünde saklıdır..







.O halde hüzün sizi korkutmasın,bastırmayın hüzünlerinizi...Kocaman yer açın yüreğinizde...Hüznün olmadığı yürekler hep çok eksiktir....






1 Nisan 2015 Çarşamba

YEŞİLÇAM MÜZESİ

  Türk Sineması bu yıl 100.yılını kutlarken ; ocak ayında gezme fırsatı bulduğum Yeşilçam Müzesinden bahsetmek istiyorum...
   
    Türker İnanoğlu Vakfı'nın büyük bir titizlikle hazırlayıp sinema severlere sunduğu müze ;Beyoğlu Galatasaray Meydanında bulunuyor.İstiklal Caddesine yolu düşmüş birçok kişi; önünden geçmiştir, hatta benim gibi gezebilme fırsatı bulmuştur. 

    Müze 4 kattan oluşuyor.Müzeye dair detaylı teknik bilgi almak için tıklayn... Ne yazık ki müze de birçok bölümde fotoğraf çekmek yasak.izin verilen yerleri bolbol fotoğrafladım hepsini sizinle de paylaşacağım...:)Müze merdivenlerinin duvarlarını,Türk Sinemasına emeği geçmiş sanatçıların fotoğrafları süslüyordu... hayatını kaybetmiş ve halen hayatta olanlar...ünlü televizyon yüzleri,spikerler,tiyatrocular da vardı tabi...

    Kimler yoktu ki....Zeki Müren,Belgin Doruk,Filiz Akın,Kadir İnanır ve daha niceleri... Orjinal film afişleri,sinema biletleri,gazete küpürleri,alınan ödüller,senaryo defterleri... dublaj kayıt cihazları,kameralar,ışık,sinema çekiminde kullanılan o yılların bütün araç-gereçleri ... Adile Naşit,Hulisi Kentmen,Kemal Sunal,Ayhan Işık,Belgin Doruk,Öztürk Serengil gibi değerli sanatçılarımzın balmumu heykelleri...
 
 






        Sevdiğim birkaç filmin posterini de fotoğraflamıştım...müze çalışanları fotoğraf konusunda çok hassas davrandıkları için bu anlamda asıl paylaşmak istediğim görselleri ne yazıkki paylaşamıyorum...Sinemada makyaj diye bir bölüm vardı müzede ve sanırım sadece orda fotoğraf çekimi yasak değildi, ben de o bölümü bolbol fotoğrafladım...zaten çok da ilgimi çeken bir bölümdü...





plastik makyaj örnekleri

             
plastik makyaj örnekleri
Henüz gezme fırsatı bulmadıysanız ve Türk Sineması sizin de kıymet verdiğiniz bir değer ise çok severek gezeceğiniz bir müze Yeşilçam Müzesi...İçinde çocukluğunuzu,gençliğinizi,aşklarınızı,özlemlerinizi,kahkahalarınızı bulacağınızdan eminim...Zira ben de öyle oldu....

20 Mart 2015 Cuma

RAHMİ KOÇ MÜZESİ

    Son keşfim uzun zamandır gitmeyi
 planladığımız,geçtiğimiz haftasonu babamın bizi ziyarete gelmesiyle nihayet gezebilme fırsatı bulduğumuz Rahmi Koç Müzesi'neydi….Geç kalınmış bir ziyaret olduğunu anladım müzeyi gezerken.Nelerle karşılaşacağımı az çok tahmin etmiştim fakat gördüğüm herşeye bu kadar hayran kalacağımı tahmin etmemiştim…
Müze Haliç kıyılarında Hasköy’de bulunuyor…Tarihçesini merak edenler için tıklayın..


      Girişte biletlerimizi aldıktan sonra hepimiz müze içinde birbirimizi kaybettik,herkes ilgi duyduğu şeylerin başında yerini çoktan almıştı :) İçi,kocaman hayallerle dolu küçük evlerin sergisi en çok zaman ayırdığım bölümdü diyebiilirim...O kadar gerçekçiydi ki hepsi…her odada bir yaşam vardı…hepsine hikayeler yazdım zihnimde
…canlandırdım zihnimde,konuşturdum…sesler verdim onlara...kiminden bir ud sesi yükseliyordu; ‘gülü susuz seni aşksız bırakmam’ sözleri eşlik ediyordu …(çok severim )
kiminden ağlayan bebek sesleri….kiminde bir çocuğun minik parmaklarıyla çalmaya çalıştığı pianonun sesi…kiminde ışık saçan bir şömünenin odunlarının çıkardığı çıtırtı sesleri…Evlerin kiminde hüzün vardı,kiminde şenlik…bazısının çatısına kar yağmıştı ,bazısının bahçesinde çiçekler açmıştı…hepsi aslında hayatın ta kendisiydi… gerçekte de öyle değil midir?








2014 yılında 20’inci yılını kutlayan Rahmi M. Koç Müzesi, tarihte oyuncak, koleksiyon objesi, hobi malzemesi, vitrin süsü olarak kabul edilmiş bebek evlerinden oluşan Hayallerle Dolu Küçük Evler Sergisi ilgilenenler için 16 haziran 2015 tarihine kadar devam edecekmiş…

Müzenin diğer bölümleri daha farklı bir atmosferdeydi…zaman makinesiyle yolculuk yaptığınızı düşünebilirsiniz içerde…Klasik arabalar,buharlı lokomotifler,tekneler,traktörler,tulumbalar,at arabaları,kağnılar,faytonlar,fotoğraf makineleri,bebek arabaları,bisikletler,uçaklar,tranvaylar,2. dünya savaşında düşmüş bir uçak,sultan abdülazizi taşıyan bir vagon ve atlamış olduğum daha bi sürü kara,deniz,hava,demiryolu taşıma araçlarından aklınıza gelebilecek büyük bir koleksiyon bulunuyor ,farklı farklı bölümlerde sergileniyor…geçmişten günümüze kadar üretilen bilgisayar modelleri,zeytinyağı fabrikası görselleri,küçük bir balıkçı barınağı,fonda Tanju Okan çalıyor ; ''deniz ve mehtap sordular seni neredesin''….neler ,neler….malzeme çok olunca içerde ;nişan için düğün için çiftlerin fotoğraf çekimlerini burda yapmaları kaçınılmaz oluyor :)

itfaiye aracı

tulumba

buharlı traktör

zeytinyağı fabrikası


bebek arabaları

çocuk bisikletleri


kağnı









    Havanın çok soğuk ve yağmurlu olması müzenin açık alandaki kısımlarını gezmemize engel oldu…müzenin içerisinde bulunan cafe de yorgunluk kahvelerimizi içtikten sonra Rahmi Koç Müzesine olan gezimizi sonlandırdık..gezemediğimiz bölümleri için müzeyi tekrar ziyaret edeceğiz inşallah…Ve sizler de gezmediyseniz; çok kaliteli vakit geçireceksiniz ...ilk fırsatta gidebilmeniz dileğiyle…